• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası

VİZE HABER

Hoş geldiniz!

Üyelik Girişi
Takvim
İLANLAR
NAZMİ METİN

Savaş ve Barış, Gül ve Diken, Aşk ve Nefret Üzerine

20/10/2023

Didem GÜLCE

     Yaşadığımız her olayın, hissettiğimiz her duygunun bir zıddı ve tersi varken; salt acı veya salt mutluluktan söz edebilir miyiz? Hiçbir acı sonsuza dek sürmeyeceği gibi, hiçbir mutlulukta daimi değildir. Mutluluk modern zaman uydurmasıdır.    Eskiler “bahtiyar olmak” derlermiş, yani bahtıyla barışık olmak anlamında. Uzunca bir süredir diken üstünde yaşıyoruz hayatlarımızı hep birlikte. Sonsuz bir hayatın ufkuyla bütünleşemeden, gündelik telaşların gürültüsü içinde eriyip gidiyoruz. Bir ağacı doyasıya seyredemeden, sadece yosun kokusunu içimize çekmek için deniz kenarına inemeden ve hayatı içimize sindiremeden yaşlanıyoruz.
      Hubble teleskobuyla çekilen galaksi görüntüleri bilgisayarımızın arka planını süslüyor ama bir gece sırt üstü uzanıp, çıplak gözle yıldızları seyredecek vaktimiz yok. Evetle, hayır arasına sıkışmış bir dağ yalnızlığı yaşarken, aslında istediğimiz bir ova genişliğiydi.
     Bir şeyin normal olup olmadığına, istatistik çoğunluğa göre karar verildi. Doğru ile yanlış arasına yüzlerce yeni şık eklenerek kafalar bulandırıldı. Peki bu mutluluğun sırrı nerede gizliydi? Harvard Üniversitesinin 1938 yılında Boston’da başlattığı, dünyada bilinen en uzun araştırmanın çok ilginç sonuçları var.
     Çocukluktan yaşlılığa kadar, 2 bin kişinin hayatı 85 yıl boyunca takip edilmiş. Çocukken başlayıp torun sahibi olana kadar. Dede-nineler, çocuklar, torunlar dahil olmak üzere 3 kuşak boyunca devam eden bir araştırma. Halen de devam ediyor. İnsanların maddi durumları, işleri, evlilikleri kaydedilmiş. Binlerce soru sorulmuş ve sağlık durumları periyodik olarak incelenmiş. İnsanların mutlu olmasını sağlayan şey ne para, ne şöhret ,ne de başarı. İnsan hayatında mutluluğun ve uzun yaşamın en büyük sırrı; İyi ilişkiler, dostluklar, güçlü sosyal bağlar çıkmış. Sonuç olarak; “Dostluk sevinçleri ikiye katlar, acıları ikiye böler.” Bir insana değer vermek, özen göstermek, onun kıymetini bilmek de bir kültürdür. Bunun bir eğitimi yoktur, kitaplarda da yazmaz zaten. Bunun yolu insan olmaktan geçer.
Savaş insanlık tarihi kadar eski bir olgudur. İncelemelere göre, aşağı yukarı 6.000 yıldan beri" insanlar örgütlenmiş biçimde birbirleriyle savaşıyorlar. Krallar, hanedanlar, uluslar , devletler birbirleriyle amansızca çatışıyorlar. Araştırmalar şimdiye kadar yapılan gerçek savaşların sayısının yaklaşık 14.000 kadar olduğu-nu gösteriyor. Demek ki insanlığın savaşsız geçen günü hemen hemen yok gibi. İnsanoğlunun ilk savaşlarından bu yana dünyamız çok çeşitli savaşlar gördü. Büyük cihangirlerin istilâ savaşları, hanedan savaşları, sömürge savaşları, din savaşları, kurtuluş savaşları, devrim savaşları . Ayrıca, modern savaş literatüründe "psikolojik savaş", "soğuk savaş," "sıcak savaş", "haklı savaş", "dolaylı savaş", "sınırlı savaş", "az gerilimli savaş" "örtülü savaş", "gerilla savaşı" gibi savaş türlerini de duyduk. Adı her ne olursa olsun; hiçbir savaşın kazananı yoktur; çıkarlar savaşır, masumlar ölür.
     İnsanın tarihi olağandışı bir zalimlik ve yıkıcılık tutanağıdır ve göründüğü kadarıyla, insan saldırganlığı, insanın hayvan atalarının saldırganlığını kat kat aşar; insan çoğu memelinin tersine, gerçek bir "katil"dir ne yazık ki. Tarihten öğrendiğimiz şey ise; insanın tarihten hiç ders almadığıdır.
"Her savaşta yalnız savaşanlar ölmez, onlardan daha çok savaşmayanlar ölür. Çocuklar, kadınlar, yaşlılar, çocuklar da ölürler. İnsanlık insanlığını kaybeder. Hangi savaş olursa olsun insanın insanlığında hayır bırakmaz. İnsanoğlunda acıma hissi, merhamet bırakmaz, sevgi bırakmaz. İnsanda ne kadar güzellik varsa alır götürür. Savaş, yani harp gelecek insanlığın da insanlığını elinden alır. Savaştan sonraki insan, önceki insan değildir. Savaş sonrası insanlar iflah olmaz yaralar almıştır, insanlığından o kadar, o kadar değer yitirmiştir ki, bir daha onulmaz." der Yaşar Kemal…
     Ve Zülfü Livaneli, Huzursuzluk romanında Ortadoğu’nun lanetini bu kelimeyle özetlemişti. Harese… “Harese nedir bilir misin oğlum? Arapça eski bir kelimedir. Bildiğin o hırs, haris, ihtiras, muhteris sözleri buradan türemiştir. Harese şudur evladım: develere çöl gemileri derler bilirsin, bu mübarek hayvan üç hafta yemeden içmeden, aç susuz çölde yürür de yürür; o kadar dayanıklıdır yani. Ama bunların çölde çok sevdikleri bir diken vardır. Gördükleri yerde o dikeni koparır çiğnemeye başlarlar.
     Keskin diken devenin ağzında yaralar açar, o yaralardan kan akmaya başlar. Tuzlu kan dikenle karışınca bu tad devenin daha çok hoşuna gider. Böylece yedikçe kanar, kanadıkça yer, bir türlü kendi kanına doyamaz ve engel olunmazsa kan kaybından ölür deve. Bunun adı haresedir; demin de söyledim, hırs, ihtiras, haris gibi kelimeler buradan gelir. Bütün Ortadoğu’nun âdeti budur oğlum, tarih boyunca birbirini öldürür ama aslında kendini öldürdüğünü anlamaz. Kendi kanının tadından sarhoş olur. Tüm Ortadoğu halkları gibi.”
      Dünyayı güzellik kurtaracak, Bir insanı sevmekle başlayacak her şey…
Güzel bir hafta olsun dostlar; savaşın, yıkımın, insan eliyle insanın öldürülmediği bir yeryüzü dileğiyle…
                                                                                    Didem Gülce
543 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.133532.2622
Euro34.932035.0720
NECDET TEZCAN